13 Aralık, 2018

Zümrüt


Zümrüt çocukluk arkadaşım. Aynı mahallede büyüdük, aynı okullara gittik. Benim gözümde o hep bir adım ilerideydi. Güzeldi, başarılıydı, sanki şeytan tüyüyle doğmuştu, herkes onu çok severdi. Ailesinin biricik kızı, göz bebeğiydi. Hali vakti yerinde aile, denirdi onlar için. Öyleydiler. Kışları ayrı yazları ayrı, en gözde yerlerde tatile giderlerdi. Ben daha İstanbul’u bile görmemiştim, o liseyi bitirince Avrupa’yı gezdi trenle. Üniversiteyi ilk tercihi olan bölümde okudu, birincilikle bitirdi. Amerika’ya yüksek lisans için gitti aynı sene. Döndükten sonra İstanbul’da çok iyi bir iş buldu, ailesi ev açtı Nişantaşı’nda, taşındı. Birkaç yıl geçmeden kendi gibi iyi eğitimli, Tom Cruise gibi yakışıklı, kendine ve ailesine denk iş arkadaşıyla görkemli bir düğünle evlendi. İki güzel çocuğu oldu, önce bir kız sonra oğlan. Onlar doğunca çalışmayı bıraktı. Zaten hiç ihtiyacı yoktu, çocuklar da bahanesi oldu. Eşi başka firmaya geçti, en tepelere yükseldi. O kadar iş, güç, sorumluluk, seyahatlere rağmen eli hep Zümrüt’ün üstünde, hep yardımcı, hep sürprizler yapan, iyi baba, iyi eş. Birilerine Zümrüt’ten bahsederken maşallahsız konuşmazdım; o derece iyi, o kadar mükemmeldi her şey. Bazıları şanslı doğuyordu ve Zümrüt kesinlikle listenin en başındaydı bana göre.
Sonra bir şeyler ters gitmeye başladı. Eşi işten çıktı. Çıkartıldı. Bazı usulsüzlükler, yanlış kararlar, üst üste yapılan hataların sonucuymuş. Öyle dedi etraftakiler. Zümrüt’ün çok üzüldüğünü, içine kapandığını biliyorum sadece. Anlatmayı sevmez böyle şeyleri. Ben de sormadım. Bir iki sene işsiz kaldı eşi ama Allah’tan Zümrüt’ün ailesi destek verdi de iki çocukla zorda kalmadılar pek. Yine de erkeğin evde oturması zor, bunalıma girdiği söylendi. İş buldu bir zaman sonra, rahatladılar dedik.
Geçen yılbaşında aradığında şaşırmadım desem yalan olur. O iş meselesinden beri pek sık aramaz olmuştu. Çekiniyor herhalde diyordum. Ondan değilmiş. Meğer çok sıkıntıdaymış. Kocası işe girmesiyle önce evi terk etmiş, kısa bir süre sonra da boşanmak istediğini söylemiş. Başka kadın varmış. Ondan bir de çocuk. Gururlu arkadaşım benim, öğrendiği an tamam demiş. Ayrılalım. Ayrılmış da kimseye haber verememiş. "On beş yıldır evliydik. Birbirimizi seviyorduk ama bazı şeyler çok yıpranmıştı. İşini kaybedince daha da hissedilir oldu kopuşumuz. Artık gözlerime bakmadan konuşuyordu. Birbirimize dokunmaz olmuştuk. Dışarıya karşı kuyruğu dik tutma zorunluluğu var ya, o yüzden bitsin diyemiyordum. Bir de tabii çocuklar. Ama bu şekilde olmasına inanamıyorum. Anlatmaya, paylaşmaya ihtiyacım var. İş de bulmam lazım. Annemler çok üzülecek, benim hem kendimi oyalamam hem de para kazanmam lazım", dedi. Hemen buluştuk. Benim güzel arkadaşım, ben onu pamuklara sarılı, kuş sütüyle besleniyor, elini soğuk suya sokmuyor sanırken o demek böyle sıkıntılar, üzüntüler içindeymiş. Dışarıdan göründüğüyle her şey o kadar mükemmeldi ki, başka türlü olabileceği aklıma gelmemiş. Parlak, imrendiğim hayatı meğer içeride bambaşkaymış. Çok başka bir hikaye varmış onda, görmediğim. Neyse ki bir aya kalmadan iş buldu. Ailesi öğrendikleri andan itibaren hep arkasında. Toparladı hemen.

19 Kasım, 2018

İlk Göz Ağrısı





Bu tablodaki kadın kim biliyor musun, Ayla’cığım? Annemin büyük teyzesi Müesser teyze. Dünya güzeli, zarafetin simgesi. Burada daha on sekiz yaşında, inanır mısın? O devirde kadınlar böyleymiş, hem güzel hem olgun. Kırklı yaşlarının fotoğraflarını da gördüm annemde. Hiç değişmemiş. Aynı duruş, aynı asalet. Saçları biraz daha uzun, belki biraz da kilolu. Ama o bakış, o duruluk aynı. Değişmemiş.
Büyük dedenin ilk kızı, ilk göz ağrısıymış Müesser teyze. Öyle de kalmış. Yok yani, tabii anneannem ve Mesude teyze de var ama onun yeri hep bir başkaymış. Kimselere veremem, gözümün önünden ayıramam dermiş büyük dede. Görücüler daha on üçünde gelmeye başlamış. Başkasına sözüm var, demiş her gelene, hepsini geri göndermiş. Haminnem üzülürmüş; güzelim kızı ziyan edecek bu adam, kısmetine mani oluyor, turşusunu mu kuracağız, dermiş. Kız kardeşleri de, önümüzü kapayacak ablam, babamızı razı etmenin bir yolu yok mu, diye hayıflanırlarmış. Artık Allah haminnemi mi duymuş, sıradaki kardeşlere mi acımış bilinmez, yan konağın Paris’ten tatil için gelen oğlu Mahmut bir gün Müesser teyzeyi Boğaz’da görmüş, çok beğenmiş. Daha haftası olmadan talip olduklarının haberi gelmiş yan konaktan. Eğer müspet yanıt verirlerse, bir an önce nikahı kıymak istiyorlarmış çünkü Mahmut Müesser’i alıp Paris’e dönecekmiş. Haminnem çok sevinmiş; ne de olsa bildikleri ailenin Avrupa görmüş, tahsilli oğluymuş. Sanat mı okuyormuş, neymiş, ama olsunmuş. Yan konaktaki komşu, büyük dedenin hem sevdiği hem de çok hürmet ettiği, devlette de önemli bir mevkii olan bir muhteremmiş. Onu kıramayacağından gelen habercilere tamam demiş. Ama demesinin ardından yataklara düşmüş. Kızından ayrılacak olmasının üzüntüsü daha o yanındayken başlamış. Yemeden içmeden kesilmiş, bir deri bir kemiğe dönmüş. Verilen ilaçlar, başında okunan dualar, üstünde gezdirilen tütsüler fayda etmemiş. Babası bir türlü iyileşmeyince Müesser teyze, yok, demiş, bu böyle olmaz. Ben babamı böyle bırakıp hiçbir yere gidemem, kalsın bu iş, demiş. Tabii yan konak hop oturup hop kalkmış, ortalık karışmış. Aradan bir iki hafta geçmiş geçmemiş, damat adayı Mahmut elinde kocaman bir paketle gelivermiş. O zaman şimdiki gibi teklifsiz, habersiz gelmek gitmek yok. Fakat kafalar karışık. Eh, Mahmut da yarı damat sayılır, ses etmemişler. Kısa bir hal hatır sohbetinden sonra Mahmut izin istemiş, büyük dedeyi odasında ziyaret etmek istediğini söylemiş. Elinde zar zor taşıdığı paketi, üst kattaki havası ağır, loş odaya almışlar Mahmut’u. Büyük dede arkasında yastıklar, gözleri yarı açık yatıyormuş. Mahmut sessiz adımlarla pencereye gitmiş, perdeleri açmış, sonra yatağa yaklaşıp elindeki paketi açarak dedeye doğru tutmuş. Paketten çıkan işte bu tabloymuş. Müesser teyze sanki kanlı canlı ve bütün güzelliğiyle karşılarındaymış. Kızınız hep yanınızda olacak, gözünüzün önünde duracak bey babacığım, üzülmeyin, demiş. Ne büyük incelik değil mi? Ve ne aşk! Ya, işte böyle Ayla’cığım. Böyle bir hikayesi var bu tablonun. İstersen şimdi biraz kafeye geçelim, diğer tablolara sonra devam ederiz. Yorulduk.

11 Kasım, 2018

Kader


Annemle Musa abi’nin nikahında çekilmiş bu fotoğraf. Ben dört yaşındayım. Bir yanımda Meral ablanın, diğer yanımda Melek ablanın elini tutuyorum. Annemlerin komşusuymuş onlar. Bu fotoğraftan birkaç yıl sonra evlenmişler, izlerini kaybetmiş annem. Ne kadar yakındık, birbirimizin herşeyin bilirdik, demişti annem. Öyle oluyor işte, en yakınların bile el oluyor zamanla, hatta silinip gidiyor. 
Benim üstümdeki elbiseyi annemin gelinliğini diken Şükran hanım dikmiş. Ben de gelin olacağım, diye tutturmuşum. Zor ikna etmişler bu elbiseye. Daha duvak da olacakmış da dedem sert çıkmış, daha neler, demiş, taktırmamış. 
Annem ne kadar güzel, ne kadar zarif bu resimde. Şimdi tabii yaşı ilerledi, hastalıklar, kilolar derken eski halinden eser kalmadı. Çok üzülüyor, hele bu fotoğrafta kendini gördükçe çok ağlıyor. Sağlık olsun annem, senin kalbin hâlâ ve hep güzel, önemli olan bu, diyorum. İşe yaramıyor. 
Çok acılar çekmiş. Küçücükken evlenmiş, senesinde kucağında ben, dul kalmış. Bence aslında gençliğine ve kaderine üzülüyor. Tekrar baba evine dönmek kolay mı? O devirde başka şansı da yok tabii. Dedem asker adam, sert. Eh, çalışıp para kazanayım dese bana kim bakacak? Anneannem, Allah rahmet eylesin, rahatına düşkün kadındı. Ben bakarım, sen git çalış, gençsin, hayatını yaşa, filan dememiş. Dedemi bahane edip oturtmuş annemi dizlerinin dibinde. Genç kadın, güzel kadın annem. Bunalmış tabii. Acısı bir yandan, ben bir yandan. Baba desen despot. Anneden hayır yok. Çok sıkılmış. Allahtan bu Melek ablayla Meral abla varmış da ona sırdaş olmuşlar. Zuhal’i bize bırak, sen çık biraz, deyip annemi zorla gönderirlermiş. 
İşte Musa abi’yi de o günlerden birinde tanımış annem. Yine beni bırakıp çarşıya inmiş, niyeti hem biraz hava almak hem de saçlarını kestirmekmiş. Musa abi çarşının içindeki berberde çalışıyormuş o sıralarda. Annemi çok beğenmiş. O devirde bu işler nasıl oluyordu bilmiyorum. Annem de çok anlatmaz zaten. Musa abi bir şekilde annemin peşine düşmüş, onu çok beğendiğini söylemiş. Birkaç kez çay içmişler. Musa abi’nin yaşı küçüktü annemden. Okumamış, çıraklıktan yetişmiş, berber olmuş. Anneme talip olduğunu bin bir sıkıntıyla söylemişler dedeme. Başka zaman olsa dedem hayatta kabul etmezmiş. Ama genç yaşında bir çocukla dul kalan kızını vermiş Musa’ya. Annem de istemiş miydi bilmiyorum. Bu resimde tebessüm ediyor ama mutlu olduğunu sanmam. Baba baskısı, yalnızlık, benim sorumluluğum onu Musa abi’ye itti diye düşünürüm. 
İyi adamdı ama Musa abi. Beni severdi. Gençti. Ailesinden uzakta, İstanbul’da tek başına zor bir hayat kurmuş, şansı dönmüş, sevdiği güzel bir kadınla evlenmişti. Ama o da uzun sürmedi. Ben daha ilkokul son sınıftaydım. Bir trafik kazasında öldü Musa abi. Annem ikinci kez dul kaldı. Sonra hayata küstü, hastalıklar başladı, babasından kalan ne varsa doktora, ilaca harcadı. 
Bu fotoğrafı bir arkadaşım sahafta görmüş. Bana attı whatsapp’tan. Kader teyze değil mi bu, öndeki de sen, diye sordu. Almış getirmiş. Yoksa annemden kalmış değil. Musa abi’den sonra herşeyi atmış, satmış. Ben de bilmiyordum. Demek aldı birileri verdi sağa sola.

05 Haziran, 2018

Düş(üş)



Geldiğim yere dönmek istemiyorum. Peşimdeler, beni arıyorlar, biliyorum. Zaten bırakmazlar ki. Her şeyi göze aldım ben o evden çıkarken. Assalar da kesseler de gitmem artık. Duramam oralarda, boğulurum. Benim buradakilerden ne eksiğim var? Ben de gencim ben de güzelim. Boyum posum yerinde. Değişik bir havan var diyor Tamer abi. Sen farklısın diyor, başkasın diyor. O biliyor bu işleri. Yanından ayırmıyor beni. Başka kızlar da var ama onlara yüz vermiyor. Bir sürü insan tanıyor, etrafı hep kalabalık. Herkesle tanıştırıyor beni. Göz önünde olacaksın diyor. Göz önünde olacaksın ki alışsınlar sana, hatırlasınlar, seni sorsunlar yokluğunda, merak etsinler, arasınlar. İkiletmiyorum dediklerini. Söylediklerini yapıyorum. Ama asıl o alışsın bana istiyorum, merak etsin. Gözlerime baksın, sevsin, bırakmasın...

26 Mayıs, 2018

Kim-lik



- Kartımı kaybettim. Burada mı inmem lazım?
- Hangi kartını kaybettin teyze?
- Emekli kartımı. Burada mı ineceğim?
- Maaş mı çekeceksin o kartla? O kartı burası vermez. Bankaya gideceksin.
- Emekliyim ben. Maaş çekeceğim. Burası vermiyor mu o kartı? 
- Yok vermez. Kimliğinle bankana git.
- Kimliğim de yok benim. Kaybettim hepsini.
- O zaman önce kimliğini çıkarttırman lazım.
- Neresi veriyor onu? Hemen verirler mi? Bugün versinler. 
- Hemen olmaz teyze. Form doldur, geçici kağıt verirler. 
  Sonra postayla gelecek. Evde olman lazım.
- Ya olmazsam? Evde her gün duramam ki. 
- Adını, adresini tam vereceksin. Eve gönderiyorlar. Komşuya vermezler.
- Bugün vermezler mi? 
- Sen konuş belki verirler. 
- Maaşı nasıl çekeceğim? Kimlikle para verirler mi?
- Verirler teyze. Önce kimlik çıkarttır.
- Kimliğim yok ki benim. Hepsini kaybettim. Nereden alacağım kimliğimi? 
- Sen şimdi benimle gel ben götüreceğim seni.
- Emekli kartımı da kaybettim. Onu nereden alacağım? Orası vermez mi?
- ...

24 Mayıs, 2018

Balkon



Kolay olmadı. Eve girdiğimde her taraf karanlık, her yer sessizdi. Uyuyor sandım. İşimi rahat yaparım diye düşündüm. Meğer arka taraftaki balkonda, yüzü kapıya dönük, sırtı parmaklıklara dayalı, elinde kadehle gökyüzünü seyrediyormuş. Ben öyle gördüm. Ama bunu gördüğümde odanın ortasına kadar gelmiştim bile. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde karaltımı fark etti. Tül perdenin arasından göz göze geldik. Korku değil şaşkınlık vardı gözlerinde. Bağırmadı da. Düşünecek vaktim yoktu. Fakat ben balkona çıkarsam başka gören olabilirdi. Onu içeriye çekmeliydim. Kararsızlığımın farkına vardığından mı yoksa rolünü çoktan kabul ettiğinden mi bilmiyorum, elindeki kadehi yavaşça sehpaya bıraktı. Olduğu yere çömeldi, bacaklarını kollarıyla sarıp başını dizlerine gömdü, bekledi.

23 Mayıs, 2018

Hayal



Cumartesi günü düğünü seyrettim ben de herkes gibi. Sabahın erken saatinde geçtik televizyonların karşısına. Tören saatine kadar gelen davetlileri, gelinlik üzerine yapılan tahminleri, edilecek yemini, takılacak yüzüğü konuştular. Sanki bana çok dertmiş gibi gelinin babasının gelmeyişine, damadın annesinin yirmi yıl önce vefat etmiş ve oğlunun yanında olamayacak olmasına üzüldüm durdum. Her şey ne kadar görkemli ama aslında nasıl da sadeydi. Tam bir aile töreniydi bana göre. Her adımında, her dakikasında sevginin hissedildiği; inanç, paylaşım ve duygu dolu bir tören. Gelinin onlardan farklı, yani bizim gibi olmasının ayrı bir anlamı vardı. Ne demişti Martin Luther King, "Benim bir hayalim var...". Kim bilir, belki ben de bir gün...

22 Mayıs, 2018

Cumhuriyet'in Kızı


Fotoğraflara bakarken size benzeyen bir hanımı gördüğümde birden aklıma düşüverdiniz sevgili Ferhunde hanım. Belki de dün akşamki konserin etkisindeyim hâlâ, kim bilir? Sizi tanıdığımda beş yaşındaydım. Ne ününüzün ne de öneminizin farkındaydım. Benim için her hafta evine gittiğim, sert, disiplinli ve "yaşlı" bir öğretmendiniz. Halbuki daha altmışlı yaşlarınızdaymışsınız o zaman. Ispanak yemeden pastayı hak edemeyeceğimi söyleyip bana göre sıkıcı ve monoton temel alıştırmalardan ancak sonra sevdiğim neşeli parçaları çalmama izin veren ve iyi çaldığımda titreyen kemikli elleriyle kitabıma sarı yıldızlar yapıştıran piyano öğretmenim... Sağ elimin üstünde hâlâ duran tırnağınızın izi, maymun iştahlılığım ve çocuk aklım yüzünden kısa süren öğrenciliğimin hatırası. Güzelliğinizi, zarafetinizi, başarılarınızı, pek çok ilke imza atmış olmanızı sizi tanıdıktan çok yıllar sonra, kitaplardan öğrendim. Şimdiki ben olsaydım, her hafta geldiğim Emek'te komşu olduğumuz evinizin tarih ve sanatla dolu her köşesini inceler, yaşadıklarınızı öğrenmek için sizinle uzun sohbetler ederdim. Bugünden baktığımda, kaçırdığım bu fırsat beni üzüyor. 

20 Mayıs, 2018

Hadi Gülümse



Harika bir kahkaha. Gözler kısık, baş hafif geride, ağız olabildiğine açılmış, pırıl pırıl tekmil dişler görünüyor. İnsanda gülme isteği uyandıran, hatta daha görür görmez yüzüne en azından hoş bir tebessüm getiren nefis bir gülüş. İnsan karşısındakine ayna olur, onun vücut hareketlerini, yüzündeki mimikleri etkiler ve aynını yaptırırmış ya. Bu da aynı etkiyi bırakıyor, istemli ya da istemsiz. Tıpkı hastalık gibi bulaşıveriyor görene. Ne için olduğu hiç önemli değil. Ona içten bir kahkaha attıran her ne ise iyi ki olmuş. Sıcak, samimi, öylece kendiliğinden gelivermiş yüzüne, belli. Gevşeme, rahatlama, kendini bırakıverme kolaylıkla hissediliyor. Zorlama, kasma yok, hiç yapay değil, tamamen doğal, içten. Özlenen...

19 Mayıs, 2018

Kardeş o...



Saltanatı uzun sürmedi. Beş yıl nasıl da güzel geçmişti oysa. Anne-babasının göz bebeği, ailenin ilk göz ağrısıydı. Ne isterse oluyor, canı ne çekerse alınıyordu. "Çok şımartıyorlar" eleştirilerine inat, tüm aile büyükleri onu mutlu etmek, yüzünü güldürmek, kendilerini sevdirmek için adeta yarışıyordu. Alınan oyuncağın, şekerin, çikolatanın hesabı yoktu. Dolabındaki kıyafetlerle üç çocuk daha giydirilebilirdi. Bir yıldız olduğunun farkındaydı. Huysuzluk yapmasına, inattan tepinmesine hiç gerek kalmadan ne isterse önüne seriliyor, parmağıyla gösterdiği her şey alınıyordu. İlk yıllar çok anlamadıysa da ana okula başlayıp da başka çocukları görünce kendisinin ayrıcalıklı olduğunu fark etti. Bütün sevgi, ilgi, dikkat onun üzerineyken, okula gitmesiyle, orada geçen zamanlarda "çocuklardan biri" olduğunu öğrenmesi uzun sürmedi. Acısını akşamları çıkartıyordu tabii. Hayat güzel, o tekti, biricikti. Ta ki o "kardeş" gelene kadar...

18 Mayıs, 2018

Sevgiyle...



Beyazlar içinde nurdan bir varlık. Kısacık saçları, ışıltılı gözleri, yumuşacık gülümsemesiyle etten kemikten bir melek. Elinin uzanabildiği her yere şifa götüren; çalışkan, kuvvetli, azimli, mesleğini ve insanını seven bir hekim. Aydın ve aydınlık bir Türk kadını. Ömrünü vatanına hizmet için geçirmiş, yaptıklarıyla örnek olmuş bir güzel insan. Türkan...

17 Mayıs, 2018

Ekmek




Çalışma ortamımız burası. Her gün yüzlerce insan girip çıkıyor buraya. Her gün yeni insanlar, yeni sorular, yeni sorunlar. Kolay değil herkese aynı ilgiyi ve sabrı göstermek. İlk günlerdeki toyluk gittikten sonra daha kolaylaşıyor idare etmek. Ama bu sefer de sabır azalıyor. Hele de kafa başka konulara dalmışsa; mesela evde dert, hastalık varsa. Profesyoneliz, özel hayatımızı arkada bırakıp bedenimiz ve zihnimizle iş yerinde olmalıyız, tamam da, o kadar basit değil. Müşterilerin tavrı da önemli tabii. İşi görülmeyince kızıp bağıran, vakti olmadığı için sabırsızlanan, yaşlı ya da bilgisiz olduğu için birçok tekrara rağmen anlatılanı anlamayanlar işimizi zorlaştırıyor. Kalabalık günlerdeki gürültü, uğultu, hareket, havanın çok sıcak ya da soğuk olması, hepsi etkiliyor insanı. Akşam eve külçe gibi gidiyoruz çoğu zaman. Serviste neredeyse herkes uyuyor. Bu da iyice serseme çeviriyor insanı. Kolay değil çalışmak, hiç kolay değil. Ama ekmek parası işte...

04 Mayıs, 2018

Bak Postacı Geliyor...



Elim kolum, çantam dolu, yaz, kış demeden yollardayım. Her gün yürüdüğüm mesafeleri hesaplasam kim bilir kaç kilometre eder. Şimdilerde mektup yazan, mektup yolu gözleyen kalmadı. Dağıttığım zarfların çoğu fatura. Eh, haliyle insanlar da pek hoşlanmıyor beni görmekten. Sanki alacaklı benmişim gibi davranıyor. Ne bir selam, ne güler yüz. Hoş, bu günlerde kimsenin kimseye merhabası kalmadı. Keşke eskisi gibi olsaydı. Askerdeki oğlundan, İngiltere'de okuyan kızından, tatildeki arkadaşından, yüzyüze konuşamadığı sevgilisinden haber getiren kişi olsaydım da kıymetim olsaydı. Artık o işler mektupla yürümüyor. Yazıyorlar eldeki telefondan iki satır, yolla gitsin. Sonra iki çın çın sesi, bakıyor, bir mesaj da karşıdan. Ne tadı kaldı ne tuzu, ne de heyecanı haber almanın, vermenin, beklemenin. Herşey hızlı, anlık, kısa. 

03 Mayıs, 2018

Ora - Bura



Manchester'da yaşıyorum. Ailem ben daha doğmadan önce Pakistan'dan gelmiş buralara. İkinci kuşağım ben. Pakistan'ı biliyorum tabii, her yaz en az iki ayımız orada geçerdi ben çocukken. Oraların havası, suyu, insanı buradakinden o kadar farklı ki. Küçükken çok severdim, hoşuma giderdi. Ne de olsa misafirdik, sürekli gezip, en güzel yemekleri yiyip bütün gün oyun oynardık. Oralar daha kalabalık buraya göre. Çok kalabalık. Herkes bir arada yaşıyor sanki. Burası hiç öyle değil. Oradaki renk, koku, doku, karmaşa burada yok. Hangisi daha iyi bilemiyorum. Bazen zorlanıyorum; tam olarak nereye aitim, kimim, kafam karışıyor.  Büyüklerimin böyle derdi yok. Onlar biliyorlar yerlerini, yurtlarını. Kendileri burada, kalpleri, akılları orada. Ama benim için öyle değil. Aradayım. Bedenim, kalbim, ruhum parça parça. Orası köklerimin olduğu yer, ana dilim, geleneklerim. Burası doğduğum, doyduğum, yaşadığım yer. Orası uzaktaki bulutlu bir rüya, burası içimdeki keskin, koyu gerçeklik. 

02 Mayıs, 2018

Hedef



İlk defa evden uzaktayım. Yaşadığımız şehirden bile fazla uzaklara gitmişliğim yok. Ama bu sefer hem yalnızım hem de uzaktayım, çok uzakta. Okul gezilerine bile izin vermezdi bizimkiler. Herkes giderdi ben kalırdım. Eğitim söz konusu olunca fazla ses çıkarmadılar. Kutsal bir amacım var çünkü. Okuyacağım, iş güç sahibi olacağım, kendi ayaklarımın üzerinde duracağım. Çok bilinçli seçmedim burada okumayı. Tek istediğim mimar olmak. Burası oldu. Bana uyar. Mesafeler korkutmuyor beni. Yalnız da yaşarım. İyi arkadaşlarım olursa gerisi hallolur. Bizim liseden kimse gelmemiş buralara. Bir tek ben. Olsun. Kafama uyan birilerini bulurum elbet. Hem önce derslere alışmam lazım. Çok çalışmam, başarmam lazım...

01 Mayıs, 2018

Şükür



Hiç elimi bırakmadı benim. Tam altmış beş yıldır. Daha on üçündeydim ona vardığımda. Çok istediler beni. Ben ağladım ama ne fayda? Babam olur dedi ben de gittim. Bu kadar basit. Soran, danışan yok o zamanlarda. Ama hiç pişman olmadım. Annesi annem oldu. O büyüttü sayılır beni. Herşeyi ondan öğrendim; yemek yapmayı, tarla sürmeyi, çocuk bakmayı. Sekiz çocuk. Sekiz can. Kolay olmadı elbet. Aynı evin içinde bir elden ortaya çıkardık hepsini. Buralarda kalmadılar, büyük şehire gittiler. İyi de ettiler. Çok özlüyoruz, ayrı. Mutlu olsunlar da. Arada geliyorlar işte, bayramda filan. Biz iki başımıza idare ediyoruz yavrum. Yediğimiz içtiğimiz hep buralardan. Kendimiz ekiyoruz, biçiyoruz, fazlasını satıyoruz. Şükür aç değiliz. Yuvarlanıp gidiyoruz. Benim dizlerim ağrıyor, onun da gözleri zayıfladı. Buna da şükür yavrum. Birbirimizi götürüyoruz işte hayatta. Hiç elimi bırakmadı benim. Ben de onun. Çok şükür...

30 Nisan, 2018

Bavul



Hiç evlenmedim ben. Sadece çalıştım. Kendimi bildim bileli çalışıyorum. Ev geçindirme derdim yoktu ama aileme hep destek olayım istedim. Anne babamın tek kızıyım. Kızıydım. Onlar öleli çok oluyor. Çok sarsıldım peşpeşe kaybedince ikisini de. Yapayalnız hissettim kendimi. Kardeşlerim, kendi çocuklarım gibi benimsediğim yeğenlerim var ama aynı şey değil elbet. Herkes kendi hayatında. Çalışmak beni ayakta tuttu. Hayata karşı direncimi artırdı. Çok yoruluyorum, yıpratıyorum hatta kendimi. Ama bu arada da hiçbir şey düşünmüyorum. Unutmama yardım ediyor belki de. Bir de son yıllarda seyahat etmeye başladım. Ne özgürlükmüş! Kendi başıma değil, ona cesaret edemem. Ama çok sevdiğim arkadaşlarım, yakın akrabalarım var. Eşini kaybeden, işinden emekli olan katıldı bana. Onlara da önayak oldum sanki. Şimdi her fırsatta gidiyorum. Dünyanın gezmediğim yerini bırakmak istemiyorum. Oraların insanlarını, hayatlarını görmek istiyorum. Yaşım az değil. Üstelik yorgunum. Yine de durmak istemiyorum. Gidiyorum, gidiyorum... 

29 Nisan, 2018

Yetiş



Bunun adı Hızır. Başını önüne eğdiğine bakma; güçlüdür, gayretlidir, utandırmaz, utanmaz. Beni her yere o götürür, koymaz hiç yolda. Koca dağları, tepeleri aşar; şırıl şırıl su kenarlarından iner; uzun yola hiç aldırmaz, gider. Çok yükümü çeker benim. Bir beni değil ki. Tarladan biçtiğimi, yolluk erzağımı, pazarlık mahsulümü de yüklerim sırtına. O çırpı bacaklarla ne ağırlıkları ne yollara taşır cancağızım da bir kez olsun gık demez. Emektarımdır o benim. Yollardaki yoldaşım, arkadaşım. Adına bir de şarkı yapmışlar diyorlar. Bilsem söylerim kulağına, anlar o. Az zorlasa benimle söyler bile. Candır o. Dosttur. Hızır'ımdır. Yetişir. Yetiştirir.

28 Nisan, 2018

Süs Püs



Kaç yaşındasın sen teyzecim? Japonlar yaşlarını hiç göstermezler. Asla tahmin edemem. Genelde de yaşlarından oldukça genç dururlar. Sen de mi öylesin acaba? Bana sorsan 55-60 arasındasındır derim. Doğrusunu öğrenme şansım yok. Tahminimi gerçeğin kabul etmek zorundayız. Sade, sakin, yorgun bir Japon kadını. Çok çalışan, ülkesinin prensipleriyle, kültürüyle, gelenekleriyle yaşayan, onun kalıplarına bürünmüş bir kadın. Boynuna taktığın kolye seni ele veriyor ama. Koyu renk erkeksi gömleğin üstüne geçirdiğin kalınca bir kolye. Kadınlığını mı farklılığını mı vurgulamak istedin? Sabah elin gidiverdi belki, hiç düşünmeden taktın boynuna. Sonradan fark ettin de evden çıktığın için çıkartamadın. Ucunda ne sallanıyor merak ettim. Onu da görme şansım yok. Belki bir boncuk, belki çocuklarının resmini saklayan minik bir kutu, belki de hiçbir şey. Öylesine bir kolye. Belki kolye bile denemez, kalın bir şerit. Senin gibi gösterişsiz, süssüz, dümdüz... 

27 Nisan, 2018

Münzevi



Annem gittiğinden beri kedilerle yalnızım. Gün geçmek bilmiyor. Üst üste yığılı tozlu eşyaların loşluğunda tıkıldım kaldım. Bunalıyorum. Annem buradayken de çok farklı değildi. Daha da zordu daracık odada iki kişi yaşamak. Ama o hayatımdaki tek nefesken farkında değilmişim. Şimdi canım dışarıya da çıkmak istemiyor. Bütün gün buradayım, yatağın yanındaki koltukta, gözlerimi duvara dikip boş boş oturuyorum. Kimseyi görmek, konuşmak istemiyorum. Alışamadım buranın insanlarına, bütün gün içip sokaklarda gelen geçene sataşanlara. Annem olmasaydı bir gün bile kalmazdım. Fazla seçeneğim de yoktu gerçi. Kendi başıma bir kap yemek yapamazken - hoş neyle, hangi parayla yapacaktım - bu güne kadar nasıl yaşardım? Annem yok. Gitti. Başka kimsem de yok hayatta. Sadece kediler ve ben. Ha bir de kemanım..

26 Nisan, 2018

Tek Tabanca



Çok yorgunum. Yoo hayır, şikayet etmiyorum. Sakın yanlış anlamayın. Ama artık ilerleyen yaşımın da etkisiyle bunu iyice hissediyorum. En çok bedenim yorgun. Zihnimde hallettim herşeyi. Kabullendim. İşin o kısmında sorun yok, olmamalı. Ama beden de bir tür makina. Bir ömrü var. Yoruluyor, zorlanıyor; bakıma, dinlenmeye ihtiyacı oluyor. Elimden geleni yaptım ben. Dışardan bakılırsa belki daha da fazlasını. Hem evdeki işler, hem para kazanma zorunluluğu. Tek başıma... Herkese ve herşeye yetmek için. Böyle mi hayal etmiştim hayatı? Hayır. Sahip olduklarımı seviyorum ve her gün şükrediyorum. Ama daha farklı olabilirdi. Bu hayatı iki kişi paylaşmak üzere yola çıktık. Nereden bilebilirdim ki iki kişilik hayatı ben tek başıma sürdüreceğim. Sonra bu sayı da artacak, üç, dört olacak... Herşeyi düşünmek, karar vermek, planlamak, uygulamak, beğendirmek, yenilemek... Hepsi bende. Manevi destek var. Ama o kadar. Zaten o da olmasa! Bendeki bu sevgi olmasa... Bir kuşun kalbine konar gibi yerleşmiş bu merhamet duygusu... Bu acımak...

25 Nisan, 2018

Derin Mavi Gözlerin



Çok güzelsin çocuk. Gözlerinin derin mavisi beni içine çekiyor, sonsuza uzanan denizleri, başımın üstündeki gökyüzünü hatırlatıyor bana. Hem mavi hem iri hem de çok anlamlı. Uzun yıllar yaşamışsın, çok yollar görmüşsün, sayısız insan tanımışsın da edindiğin tecrübeyi, bilgeliği, olgunluğu gözlerinden dışarıya yansıtıyorsun sanki. Kim bilir yaşın daha da büyüdüğünde, o yılları gerçekten yaşadığında nasıl farklılaşacak o gözlerdeki anlam. Şimdi tekrar bakıyorum da yüzüne, hüzün de görüyorum gözlerinde sanki. Halbuki umut olmalı, neşe, canlılık, sevinç olmalı senin gözlerinde. Neredensin, hangi toprağın evladısın, bilmiyorum. Hafızanda hangi olayların izi var? Toprağının tarihinden de talihinden de etkileniyorsun ister istemez. Gözlerine onların da anlamı yükleniyor. Güzel gözlerine...

Epigraf

"Resimler yalan söylemez ama baştan sona bütün hikâyeyi de anlatmazlar. Onlar yalnızca geçen zamanın bir kaydıdır, dışardan görünüşün kanıtlarıdır.

Paul Auster - Yazı Odasında Yolculuklar

24 Nisan, 2018

Başlıyorum...

Bundan neredeyse on yıl kadar önce bir blog açtım. Instagram yoktu, blog açmak, okumak çok yaygındı. Ben de açtım tabii. Fakat ne yazacağıma bir türlü karar veremedim. Günlük gibi mi olmalıydı, belli bir konu çerçevesinde duygu ve düşüncelerim üzerine mi yazmalıydım; kendimi açıkça göstermeli mi yoksa tamamen anonim kalıp saklanmalı mıydım, içinden çıkamadım ve öylece kaldı. Çok düşünerek bulduğum ve bence çok anlamlı olan adı kaldı sadece bu blogda. Vakti geldi diye düşünüp aklıma da bir fikir gelmişken blogun adını değiştirmedim. Eski halinden bir iz vardır elbet diye düşünüyordum ama silinmiş gitmiş. Adı blogspot'ta uygun olduğuna göre belli bir süresi var herhalde. Fakat yine bende. Bu sefer üşenmeyip, tembellik etmeyip çıkıyorum yazı yoluna. Başlıyorum...