26 Mayıs, 2018

Kim-lik



- Kartımı kaybettim. Burada mı inmem lazım?
- Hangi kartını kaybettin teyze?
- Emekli kartımı. Burada mı ineceğim?
- Maaş mı çekeceksin o kartla? O kartı burası vermez. Bankaya gideceksin.
- Emekliyim ben. Maaş çekeceğim. Burası vermiyor mu o kartı? 
- Yok vermez. Kimliğinle bankana git.
- Kimliğim de yok benim. Kaybettim hepsini.
- O zaman önce kimliğini çıkarttırman lazım.
- Neresi veriyor onu? Hemen verirler mi? Bugün versinler. 
- Hemen olmaz teyze. Form doldur, geçici kağıt verirler. 
  Sonra postayla gelecek. Evde olman lazım.
- Ya olmazsam? Evde her gün duramam ki. 
- Adını, adresini tam vereceksin. Eve gönderiyorlar. Komşuya vermezler.
- Bugün vermezler mi? 
- Sen konuş belki verirler. 
- Maaşı nasıl çekeceğim? Kimlikle para verirler mi?
- Verirler teyze. Önce kimlik çıkarttır.
- Kimliğim yok ki benim. Hepsini kaybettim. Nereden alacağım kimliğimi? 
- Sen şimdi benimle gel ben götüreceğim seni.
- Emekli kartımı da kaybettim. Onu nereden alacağım? Orası vermez mi?
- ...

24 Mayıs, 2018

Balkon



Kolay olmadı. Eve girdiğimde her taraf karanlık, her yer sessizdi. Uyuyor sandım. İşimi rahat yaparım diye düşündüm. Meğer arka taraftaki balkonda, yüzü kapıya dönük, sırtı parmaklıklara dayalı, elinde kadehle gökyüzünü seyrediyormuş. Ben öyle gördüm. Ama bunu gördüğümde odanın ortasına kadar gelmiştim bile. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde karaltımı fark etti. Tül perdenin arasından göz göze geldik. Korku değil şaşkınlık vardı gözlerinde. Bağırmadı da. Düşünecek vaktim yoktu. Fakat ben balkona çıkarsam başka gören olabilirdi. Onu içeriye çekmeliydim. Kararsızlığımın farkına vardığından mı yoksa rolünü çoktan kabul ettiğinden mi bilmiyorum, elindeki kadehi yavaşça sehpaya bıraktı. Olduğu yere çömeldi, bacaklarını kollarıyla sarıp başını dizlerine gömdü, bekledi.

23 Mayıs, 2018

Hayal



Cumartesi günü düğünü seyrettim ben de herkes gibi. Sabahın erken saatinde geçtik televizyonların karşısına. Tören saatine kadar gelen davetlileri, gelinlik üzerine yapılan tahminleri, edilecek yemini, takılacak yüzüğü konuştular. Sanki bana çok dertmiş gibi gelinin babasının gelmeyişine, damadın annesinin yirmi yıl önce vefat etmiş ve oğlunun yanında olamayacak olmasına üzüldüm durdum. Her şey ne kadar görkemli ama aslında nasıl da sadeydi. Tam bir aile töreniydi bana göre. Her adımında, her dakikasında sevginin hissedildiği; inanç, paylaşım ve duygu dolu bir tören. Gelinin onlardan farklı, yani bizim gibi olmasının ayrı bir anlamı vardı. Ne demişti Martin Luther King, "Benim bir hayalim var...". Kim bilir, belki ben de bir gün...

22 Mayıs, 2018

Cumhuriyet'in Kızı


Fotoğraflara bakarken size benzeyen bir hanımı gördüğümde birden aklıma düşüverdiniz sevgili Ferhunde hanım. Belki de dün akşamki konserin etkisindeyim hâlâ, kim bilir? Sizi tanıdığımda beş yaşındaydım. Ne ününüzün ne de öneminizin farkındaydım. Benim için her hafta evine gittiğim, sert, disiplinli ve "yaşlı" bir öğretmendiniz. Halbuki daha altmışlı yaşlarınızdaymışsınız o zaman. Ispanak yemeden pastayı hak edemeyeceğimi söyleyip bana göre sıkıcı ve monoton temel alıştırmalardan ancak sonra sevdiğim neşeli parçaları çalmama izin veren ve iyi çaldığımda titreyen kemikli elleriyle kitabıma sarı yıldızlar yapıştıran piyano öğretmenim... Sağ elimin üstünde hâlâ duran tırnağınızın izi, maymun iştahlılığım ve çocuk aklım yüzünden kısa süren öğrenciliğimin hatırası. Güzelliğinizi, zarafetinizi, başarılarınızı, pek çok ilke imza atmış olmanızı sizi tanıdıktan çok yıllar sonra, kitaplardan öğrendim. Şimdiki ben olsaydım, her hafta geldiğim Emek'te komşu olduğumuz evinizin tarih ve sanatla dolu her köşesini inceler, yaşadıklarınızı öğrenmek için sizinle uzun sohbetler ederdim. Bugünden baktığımda, kaçırdığım bu fırsat beni üzüyor. 

20 Mayıs, 2018

Hadi Gülümse



Harika bir kahkaha. Gözler kısık, baş hafif geride, ağız olabildiğine açılmış, pırıl pırıl tekmil dişler görünüyor. İnsanda gülme isteği uyandıran, hatta daha görür görmez yüzüne en azından hoş bir tebessüm getiren nefis bir gülüş. İnsan karşısındakine ayna olur, onun vücut hareketlerini, yüzündeki mimikleri etkiler ve aynını yaptırırmış ya. Bu da aynı etkiyi bırakıyor, istemli ya da istemsiz. Tıpkı hastalık gibi bulaşıveriyor görene. Ne için olduğu hiç önemli değil. Ona içten bir kahkaha attıran her ne ise iyi ki olmuş. Sıcak, samimi, öylece kendiliğinden gelivermiş yüzüne, belli. Gevşeme, rahatlama, kendini bırakıverme kolaylıkla hissediliyor. Zorlama, kasma yok, hiç yapay değil, tamamen doğal, içten. Özlenen...

19 Mayıs, 2018

Kardeş o...



Saltanatı uzun sürmedi. Beş yıl nasıl da güzel geçmişti oysa. Anne-babasının göz bebeği, ailenin ilk göz ağrısıydı. Ne isterse oluyor, canı ne çekerse alınıyordu. "Çok şımartıyorlar" eleştirilerine inat, tüm aile büyükleri onu mutlu etmek, yüzünü güldürmek, kendilerini sevdirmek için adeta yarışıyordu. Alınan oyuncağın, şekerin, çikolatanın hesabı yoktu. Dolabındaki kıyafetlerle üç çocuk daha giydirilebilirdi. Bir yıldız olduğunun farkındaydı. Huysuzluk yapmasına, inattan tepinmesine hiç gerek kalmadan ne isterse önüne seriliyor, parmağıyla gösterdiği her şey alınıyordu. İlk yıllar çok anlamadıysa da ana okula başlayıp da başka çocukları görünce kendisinin ayrıcalıklı olduğunu fark etti. Bütün sevgi, ilgi, dikkat onun üzerineyken, okula gitmesiyle, orada geçen zamanlarda "çocuklardan biri" olduğunu öğrenmesi uzun sürmedi. Acısını akşamları çıkartıyordu tabii. Hayat güzel, o tekti, biricikti. Ta ki o "kardeş" gelene kadar...

18 Mayıs, 2018

Sevgiyle...



Beyazlar içinde nurdan bir varlık. Kısacık saçları, ışıltılı gözleri, yumuşacık gülümsemesiyle etten kemikten bir melek. Elinin uzanabildiği her yere şifa götüren; çalışkan, kuvvetli, azimli, mesleğini ve insanını seven bir hekim. Aydın ve aydınlık bir Türk kadını. Ömrünü vatanına hizmet için geçirmiş, yaptıklarıyla örnek olmuş bir güzel insan. Türkan...

17 Mayıs, 2018

Ekmek




Çalışma ortamımız burası. Her gün yüzlerce insan girip çıkıyor buraya. Her gün yeni insanlar, yeni sorular, yeni sorunlar. Kolay değil herkese aynı ilgiyi ve sabrı göstermek. İlk günlerdeki toyluk gittikten sonra daha kolaylaşıyor idare etmek. Ama bu sefer de sabır azalıyor. Hele de kafa başka konulara dalmışsa; mesela evde dert, hastalık varsa. Profesyoneliz, özel hayatımızı arkada bırakıp bedenimiz ve zihnimizle iş yerinde olmalıyız, tamam da, o kadar basit değil. Müşterilerin tavrı da önemli tabii. İşi görülmeyince kızıp bağıran, vakti olmadığı için sabırsızlanan, yaşlı ya da bilgisiz olduğu için birçok tekrara rağmen anlatılanı anlamayanlar işimizi zorlaştırıyor. Kalabalık günlerdeki gürültü, uğultu, hareket, havanın çok sıcak ya da soğuk olması, hepsi etkiliyor insanı. Akşam eve külçe gibi gidiyoruz çoğu zaman. Serviste neredeyse herkes uyuyor. Bu da iyice serseme çeviriyor insanı. Kolay değil çalışmak, hiç kolay değil. Ama ekmek parası işte...

04 Mayıs, 2018

Bak Postacı Geliyor...



Elim kolum, çantam dolu, yaz, kış demeden yollardayım. Her gün yürüdüğüm mesafeleri hesaplasam kim bilir kaç kilometre eder. Şimdilerde mektup yazan, mektup yolu gözleyen kalmadı. Dağıttığım zarfların çoğu fatura. Eh, haliyle insanlar da pek hoşlanmıyor beni görmekten. Sanki alacaklı benmişim gibi davranıyor. Ne bir selam, ne güler yüz. Hoş, bu günlerde kimsenin kimseye merhabası kalmadı. Keşke eskisi gibi olsaydı. Askerdeki oğlundan, İngiltere'de okuyan kızından, tatildeki arkadaşından, yüzyüze konuşamadığı sevgilisinden haber getiren kişi olsaydım da kıymetim olsaydı. Artık o işler mektupla yürümüyor. Yazıyorlar eldeki telefondan iki satır, yolla gitsin. Sonra iki çın çın sesi, bakıyor, bir mesaj da karşıdan. Ne tadı kaldı ne tuzu, ne de heyecanı haber almanın, vermenin, beklemenin. Herşey hızlı, anlık, kısa. 

03 Mayıs, 2018

Ora - Bura



Manchester'da yaşıyorum. Ailem ben daha doğmadan önce Pakistan'dan gelmiş buralara. İkinci kuşağım ben. Pakistan'ı biliyorum tabii, her yaz en az iki ayımız orada geçerdi ben çocukken. Oraların havası, suyu, insanı buradakinden o kadar farklı ki. Küçükken çok severdim, hoşuma giderdi. Ne de olsa misafirdik, sürekli gezip, en güzel yemekleri yiyip bütün gün oyun oynardık. Oralar daha kalabalık buraya göre. Çok kalabalık. Herkes bir arada yaşıyor sanki. Burası hiç öyle değil. Oradaki renk, koku, doku, karmaşa burada yok. Hangisi daha iyi bilemiyorum. Bazen zorlanıyorum; tam olarak nereye aitim, kimim, kafam karışıyor.  Büyüklerimin böyle derdi yok. Onlar biliyorlar yerlerini, yurtlarını. Kendileri burada, kalpleri, akılları orada. Ama benim için öyle değil. Aradayım. Bedenim, kalbim, ruhum parça parça. Orası köklerimin olduğu yer, ana dilim, geleneklerim. Burası doğduğum, doyduğum, yaşadığım yer. Orası uzaktaki bulutlu bir rüya, burası içimdeki keskin, koyu gerçeklik. 

02 Mayıs, 2018

Hedef



İlk defa evden uzaktayım. Yaşadığımız şehirden bile fazla uzaklara gitmişliğim yok. Ama bu sefer hem yalnızım hem de uzaktayım, çok uzakta. Okul gezilerine bile izin vermezdi bizimkiler. Herkes giderdi ben kalırdım. Eğitim söz konusu olunca fazla ses çıkarmadılar. Kutsal bir amacım var çünkü. Okuyacağım, iş güç sahibi olacağım, kendi ayaklarımın üzerinde duracağım. Çok bilinçli seçmedim burada okumayı. Tek istediğim mimar olmak. Burası oldu. Bana uyar. Mesafeler korkutmuyor beni. Yalnız da yaşarım. İyi arkadaşlarım olursa gerisi hallolur. Bizim liseden kimse gelmemiş buralara. Bir tek ben. Olsun. Kafama uyan birilerini bulurum elbet. Hem önce derslere alışmam lazım. Çok çalışmam, başarmam lazım...

01 Mayıs, 2018

Şükür



Hiç elimi bırakmadı benim. Tam altmış beş yıldır. Daha on üçündeydim ona vardığımda. Çok istediler beni. Ben ağladım ama ne fayda? Babam olur dedi ben de gittim. Bu kadar basit. Soran, danışan yok o zamanlarda. Ama hiç pişman olmadım. Annesi annem oldu. O büyüttü sayılır beni. Herşeyi ondan öğrendim; yemek yapmayı, tarla sürmeyi, çocuk bakmayı. Sekiz çocuk. Sekiz can. Kolay olmadı elbet. Aynı evin içinde bir elden ortaya çıkardık hepsini. Buralarda kalmadılar, büyük şehire gittiler. İyi de ettiler. Çok özlüyoruz, ayrı. Mutlu olsunlar da. Arada geliyorlar işte, bayramda filan. Biz iki başımıza idare ediyoruz yavrum. Yediğimiz içtiğimiz hep buralardan. Kendimiz ekiyoruz, biçiyoruz, fazlasını satıyoruz. Şükür aç değiliz. Yuvarlanıp gidiyoruz. Benim dizlerim ağrıyor, onun da gözleri zayıfladı. Buna da şükür yavrum. Birbirimizi götürüyoruz işte hayatta. Hiç elimi bırakmadı benim. Ben de onun. Çok şükür...