Zümrüt çocukluk arkadaşım. Aynı mahallede büyüdük, aynı okullara gittik. Benim gözümde o hep bir adım ilerideydi. Güzeldi, başarılıydı, sanki şeytan tüyüyle doğmuştu, herkes onu çok severdi. Ailesinin biricik kızı, göz bebeğiydi. Hali vakti yerinde aile, denirdi onlar için. Öyleydiler. Kışları ayrı yazları ayrı, en gözde yerlerde tatile giderlerdi. Ben daha İstanbul’u bile görmemiştim, o liseyi bitirince Avrupa’yı gezdi trenle. Üniversiteyi ilk tercihi olan bölümde okudu, birincilikle bitirdi. Amerika’ya yüksek lisans için gitti aynı sene. Döndükten sonra İstanbul’da çok iyi bir iş buldu, ailesi ev açtı Nişantaşı’nda, taşındı. Birkaç yıl geçmeden kendi gibi iyi eğitimli, Tom Cruise gibi yakışıklı, kendine ve ailesine denk iş arkadaşıyla görkemli bir düğünle evlendi. İki güzel çocuğu oldu, önce bir kız sonra oğlan. Onlar doğunca çalışmayı bıraktı. Zaten hiç ihtiyacı yoktu, çocuklar da bahanesi oldu. Eşi başka firmaya geçti, en tepelere yükseldi. O kadar iş, güç, sorumluluk, seyahatlere rağmen eli hep Zümrüt’ün üstünde, hep yardımcı, hep sürprizler yapan, iyi baba, iyi eş. Birilerine Zümrüt’ten bahsederken maşallahsız konuşmazdım; o derece iyi, o kadar mükemmeldi her şey. Bazıları şanslı doğuyordu ve Zümrüt kesinlikle listenin en başındaydı bana göre.
Sonra bir şeyler ters gitmeye başladı. Eşi işten çıktı. Çıkartıldı. Bazı usulsüzlükler, yanlış kararlar, üst üste yapılan hataların sonucuymuş. Öyle dedi etraftakiler. Zümrüt’ün çok üzüldüğünü, içine kapandığını biliyorum sadece. Anlatmayı sevmez böyle şeyleri. Ben de sormadım. Bir iki sene işsiz kaldı eşi ama Allah’tan Zümrüt’ün ailesi destek verdi de iki çocukla zorda kalmadılar pek. Yine de erkeğin evde oturması zor, bunalıma girdiği söylendi. İş buldu bir zaman sonra, rahatladılar dedik.
Geçen yılbaşında aradığında şaşırmadım desem yalan olur. O
iş meselesinden beri pek sık aramaz olmuştu. Çekiniyor herhalde diyordum. Ondan
değilmiş. Meğer çok sıkıntıdaymış. Kocası işe girmesiyle önce evi terk etmiş,
kısa bir süre sonra da boşanmak istediğini söylemiş. Başka kadın varmış. Ondan
bir de çocuk. Gururlu arkadaşım benim, öğrendiği an
tamam demiş. Ayrılalım. Ayrılmış da kimseye haber verememiş. "On beş yıldır evliydik.
Birbirimizi seviyorduk ama bazı şeyler çok yıpranmıştı. İşini kaybedince daha
da hissedilir oldu kopuşumuz. Artık gözlerime bakmadan konuşuyordu. Birbirimize
dokunmaz olmuştuk. Dışarıya karşı kuyruğu dik tutma zorunluluğu var ya, o
yüzden bitsin diyemiyordum. Bir de tabii çocuklar. Ama bu şekilde olmasına
inanamıyorum. Anlatmaya, paylaşmaya ihtiyacım var. İş de bulmam lazım. Annemler
çok üzülecek, benim hem kendimi oyalamam hem de para kazanmam lazım", dedi.
Hemen buluştuk. Benim
güzel arkadaşım, ben onu pamuklara sarılı, kuş sütüyle besleniyor, elini soğuk
suya sokmuyor sanırken o demek böyle sıkıntılar, üzüntüler içindeymiş. Dışarıdan
göründüğüyle her şey o kadar mükemmeldi ki, başka türlü olabileceği aklıma
gelmemiş. Parlak, imrendiğim hayatı meğer içeride bambaşkaymış. Çok başka bir hikaye
varmış onda, görmediğim. Neyse ki bir aya kalmadan iş buldu. Ailesi öğrendikleri andan itibaren
hep arkasında. Toparladı hemen.
O kadar samimi yazılmış ki biz bile Zümrüt'ün iş bulmasına en az kendisi kadar sevindik. Hayat bu işte ne oldum değil ne olucam dedirtiveriyor insana. Kalemine sağlık:)
YanıtlaSil