31 Mart, 2019

Memet


Canım, ceylanım, iki gözüm, sevgilim,
Tam bir ay iki gün oldu senden, pamuk ellerinden, ahu gözlerinden ayrılalı. “Sizin oralara mektup kolayına gitmez,” dediler, “dağlarda, yollarda kaybolur,” dediler, daha önce yazamadım. Haftaya bizim topal Hamdi’nin Süleyman köye izne gidiyormuş, seni ne yapar eder bulur, mektubumu verir diye aldım bir kağıt kalem, yazıyorum. Nasılsın kuzum, kınalım, bir tanem? İyi misin? Hoş musun? Beni sorarsan; hasretinden bezgin, sensizlikten yorgunum. Seni çok özlüyorum. Saatler geçmek bilmiyor, sanki damla damla akıyor. Sen nasılsın? Ne yapıyorsun? Beni özlüyor, arıyor musun?
Burada hayat başka, insanlar bambaşkaymış ceylanım. Öyle bize anlatıldığı gibi değilmiş. Doyacak ekmeğimiz, yatacak döşeğimiz olsa da, her şey yavan, her yer yaban ve betermiş. Hele seni de görmeyince, bir gün meğer ne zor geçermiş. Bugün yine saydım, tam bir ay iki gün olmuş, senden ayrılalı; seni, mırıl mırıl sözlerini, yasemin kokulu ellerini bırakalı.

Canım, bir tanem, minik kuşum, sevgilim,
Dışarısı buz gibi, ayaz. İçim bir yangın yeri. Yokluğun içimi yakıyor. Ateşimi söndürecek nice ırmaklar, çağlayanlar yetmiyor buralarda. Her sabah gün ağarmadan kalkıp çıkıyoruz, yürüyoruz, yürüyoruz. Ayaklarım bedenimi taşımıyor. Mesafeler gözümde büyüyor. Beni yürümek değil, yalnızlık yoruyor. Yollar ıssız, yollar sessiz. Sadece biz ve ayak seslerimiz. Bir sağıma bakıyorum dağlar, bir soluma bakıyorum yine dağlar. Karlı, sisli, ulu dağlar. Akşamları ateş yakıyoruz, etrafında ağıtlar, türküler söylüyoruz. Başka başka yerlerden, bilmediğim içli türküler. Sesi yanık, yüreği yaralılar yan yana gelip çığırıyorlar. Bana göre hepsi aynı, hepsi seni söylüyorlar.

Canım, tatlı dillim, fidan boylum, sevgilim,
Dün gece bir rüya gördüm. İçinde sen yoktun. Sen olsaydın sabaha başka uyanırdım. Her sabah aynı buralarda. Karanlık, soğuk, boş, sensiz. Bekliyoruz. Neyi beklediğimizi bilmeden bekliyoruz. Bir tek ben biliyorum. Ben seni, sana kavuşacağım seheri bekliyorum sevgilim. Az kaldı. Bugün yine saydım. Tam bir ay iki gün eksildi. Ömrümden değil gül yüzlüm, sana kavuşacağım günden.

Canım, civanım, yeşil gözlüm, çiçeğim,
Buluşacağımız güne hasret; minik ellerinden, saçının telinden, gözlerinin bebeğinden öperim.

Memetin.

18 Mart, 2019

Yüzük


Seni gördüm dün gece rüyamda. Bu kadar çabuk göreceğimi tahmin etmiyordum. Hayırdır inşallah. Anneannenin evindeyiz. Camın önündeki ikili kanepede oturuyorsun. Yanında dayım. Sessiz ve dalgın. Sen sanki hasta değilmişsin; oldukça iyi görünüyorsun. Biraz daha zayıf, biraz yorgun; gözlerinin altı çökmüş, hafif mor. Her zamanki gibi değilsin belki ama yine de iyisin. Ben kapının karşısındaki duvarın sana yakın tarafındaki tekli koltuktayım. Üstümde bana çok yakıştırdığın çiçek desenli yeşil elbise, elimde ablanın hediye ettiği yelpaze var. Hava yine çok sıcak. Açık camlardan esen rüzgar ne içimizi ne dışımızı serinletmeye yetiyor. Evde bizden başka birileri daha olmalı. Ama salonda değiller. Ortadaki sehpanın üstünde, melamin tabakta dilimlenmiş elma; cam sürahide içine buz parçaları ve limon kabuğu atılmış limonata; renkli kaselerde çoğu yenmiş kalanı erimiş dondurma ve IKEA’dan beraber aldığımız kırmızı balonlu kağıt peçeteler duruyor. Televizyon açık. Görüntü var ses yok. Yine bir sürü asık suratlı ve bıyıklı adam karşılıklı oturmuş aynı şeyi belki kırk sekizinci kez tartışıyor. Fikirlerini ilk defa söyleyeceklermiş gibi telaşlılar. Fakat biz onlarla ilgilenmiyoruz. Bizim derdimiz başka. Biz seni dinliyoruz. Neden hasta olduğunu anlatıyorsun. Demek ki iyi görünmene rağmen rüyada da hastaymışsın. Bir adamdan bahsediyorsun. Güya seni kazıklamış bu adam. Hesaplarınla oynamış. Çok canın sıkılmış bu adamın yaptıklarına. Hakkın olan parayı vermemiş sana. Ya da senden para çalmış. Öyle birşeyler. Sen böyle hararetle bunları anlatırken ellerin dikkatimi çekiyor. Kalın, küt parmaklarına, kocaman ellerine bakıyorum. Şaşırıyorum. Çünkü senin ellerin küçük, parmakların incedir. O adamın sana yaptığı haksızlığı o iri ellerini havada sallayarak anlatıyorsun heyecanla. Dizlerinin üstünde kavuşturduğunda ellerini, yüzükleri fark ediyorum. İki elinde de yüzükler var. Evlilik halkaları. Sağ elinin yüzük parmağına iki tanesini üst üste takmışsın. Sol elindekinde minicik pırlanta taşlar var. Bir kez daha şaşırıyorum. Belki ellerinin iriliğinden daha çok. Demek hâlâ yüzüğünü takıyor, diye düşünüyorum. Hâlâ seviyor. O kadar yıldan sonra. Unutamamış. Belki de hastalığına sebep o hararetle anlattığı, parasını kaptırdığı adam değil. Onu hasta yapan, aslında yüreğindeki yara. Bitti diye kabul ettiği, hiç dile getirmediği ama bu yüzüklerle kendini ele veren kalp kırıklığı, gönül kırgınlığı. Kısacık bir anda bunları geçiriyorum aklımdan. Sana hiçbir şey söylemiyorum. Daha da üzmek istemiyorum. Üzülmek sana iyi gelmiyor, hastalığını büyütüyor, biliyorum. Sen hep o adamı anlatıyorsun. Paralarına el koyan adamı. Bu yüzden hastalandım diyorsun hâlâ. Yüzüklerden hiç bahsetmiyorsun. İnanıyorum. Sonra birden bitiyor rüya, uyanıyorum. Sen gittin. İçimde boşluk.