Bu tablodaki kadın kim biliyor musun, Ayla’cığım? Annemin büyük teyzesi Müesser teyze. Dünya güzeli, zarafetin simgesi. Burada daha on sekiz yaşında, inanır mısın? O devirde kadınlar böyleymiş, hem güzel hem olgun. Kırklı yaşlarının fotoğraflarını da gördüm annemde. Hiç değişmemiş. Aynı duruş, aynı asalet. Saçları biraz daha uzun, belki biraz da kilolu. Ama o bakış, o duruluk aynı. Değişmemiş.
Büyük dedenin ilk kızı, ilk göz ağrısıymış Müesser teyze. Öyle de kalmış. Yok
yani, tabii anneannem ve Mesude teyze de var ama onun yeri hep bir başkaymış.
Kimselere veremem, gözümün önünden ayıramam dermiş büyük dede. Görücüler daha
on üçünde gelmeye başlamış. Başkasına sözüm var, demiş her gelene, hepsini geri
göndermiş. Haminnem üzülürmüş; güzelim kızı ziyan edecek bu adam, kısmetine
mani oluyor, turşusunu mu kuracağız, dermiş. Kız kardeşleri de, önümüzü
kapayacak ablam, babamızı razı etmenin bir yolu yok mu, diye hayıflanırlarmış.
Artık Allah haminnemi mi duymuş, sıradaki kardeşlere mi acımış bilinmez, yan
konağın Paris’ten tatil için gelen oğlu Mahmut bir gün Müesser teyzeyi Boğaz’da
görmüş, çok beğenmiş. Daha haftası olmadan talip olduklarının haberi gelmiş yan
konaktan. Eğer müspet yanıt verirlerse, bir an önce nikahı kıymak istiyorlarmış
çünkü Mahmut Müesser’i alıp Paris’e dönecekmiş. Haminnem çok sevinmiş; ne de
olsa bildikleri ailenin Avrupa görmüş, tahsilli oğluymuş. Sanat mı okuyormuş,
neymiş, ama olsunmuş. Yan konaktaki komşu, büyük dedenin hem sevdiği hem de çok
hürmet ettiği, devlette de önemli bir mevkii olan bir muhteremmiş. Onu
kıramayacağından gelen habercilere tamam demiş. Ama demesinin ardından
yataklara düşmüş. Kızından ayrılacak olmasının üzüntüsü daha o yanındayken
başlamış. Yemeden içmeden kesilmiş, bir deri bir kemiğe dönmüş. Verilen
ilaçlar, başında okunan dualar, üstünde gezdirilen tütsüler fayda etmemiş.
Babası bir türlü iyileşmeyince Müesser teyze, yok, demiş, bu böyle olmaz. Ben
babamı böyle bırakıp hiçbir yere gidemem, kalsın bu iş, demiş. Tabii yan konak
hop oturup hop kalkmış, ortalık karışmış. Aradan bir iki hafta geçmiş geçmemiş,
damat adayı Mahmut elinde kocaman bir paketle gelivermiş. O zaman şimdiki gibi
teklifsiz, habersiz gelmek gitmek yok. Fakat kafalar karışık. Eh, Mahmut da
yarı damat sayılır, ses etmemişler. Kısa bir hal hatır sohbetinden sonra Mahmut
izin istemiş, büyük dedeyi odasında ziyaret etmek istediğini söylemiş. Elinde
zar zor taşıdığı paketi, üst kattaki havası ağır, loş odaya almışlar Mahmut’u.
Büyük dede arkasında yastıklar, gözleri yarı açık yatıyormuş. Mahmut sessiz adımlarla
pencereye gitmiş, perdeleri açmış, sonra yatağa yaklaşıp elindeki paketi açarak
dedeye doğru tutmuş. Paketten çıkan işte bu tabloymuş. Müesser teyze sanki
kanlı canlı ve bütün güzelliğiyle karşılarındaymış. Kızınız hep yanınızda
olacak, gözünüzün önünde duracak bey babacığım, üzülmeyin, demiş. Ne büyük
incelik değil mi? Ve ne aşk! Ya, işte böyle Ayla’cığım. Böyle bir hikayesi var
bu tablonun. İstersen şimdi biraz kafeye geçelim, diğer tablolara sonra devam
ederiz. Yorulduk.
Yazdıkların öyle keyifli ki Leylan... Heyecanlanıyorum, huzur buluyorum, meraklanıyorum, kocaman gülümsüyorum hep :)
YanıtlaSilLeylan bu çok güzel bir kurgu. Bayıldım okurken. Daha uzun halini açıkçası romanını okumak isterdim. Hediyenin inceliğine, damat adayının yeteneğini aşkıyla birleştirip sunduğu zekice hediyesine bayıldım. Bunu kurgulayıp yazan zekaya da saygılar. Kalemine sağlık.
YanıtlaSilAh Leylan, bunun devamını okumak çok isterdim. İnsanı içine çeken bir anlatıcı, çok sevdim.
YanıtlaSil