15 Eylül, 2019

Ekmek

Terlikleri ayağına geçirdi, üstüne başına bakmadan sokağa fırladı. Evde ekmek kalmamış. Babası kahvaltının başına oturur oturmaz, o en paslı sesiyle, “hani bu sofranın ekmeği,” deyince, dünya başına yıkıldı sanki. Nasıl oldu da unuttu bu sabah. Hep telaştan, gecikme korkusundan. Bugün önemli bir işi mi varmış neymiş, geceden söylemişti erken çıkacağını. Bu yüzden saati de her zamankinden önceye kurmuş, babası ayaklanmadan sofra hazır olsun istemişti. Daha o tıraş olmadan masa hazırdı. Ama eksikti işte. Ekmeği unutmuştu. “Taze taze ye istedim, hemen alır gelirim, sen çayını içmeye başla babacığım,” dedi kısık sesiyle. Adam tabii inanmadı. Babasının, uykusunu alamamış kızgın gözlerini görmemek için başını öte tarafa çevirdi ama homurtularını duydu. İki adımda mutfağa gidip ocağın üstünde kaynamakta olan çayın deminden doldurdu bardağa, içine de iki şeker attı, karıştırıp hâlâ söylenen babasının önüne yavaşça bıraktı. Paltoluğun üstündeki çanağa dün dolmuşçunun verdiği bozuklukları koymuştu, cüzdanını aramakla vakit kaybetmeyeceğine sevindi. Babası aksini söylese de bazen kafası çalışıyordu işte. Daha fazla sinirlendirmemek için adamı, paraları şıkırdatmadan avuçladı, kapıyı tık diye kapattı, üçüncü kattan rüzgar gibi indi aşağıya; beş numaraya gazete bırakan kapıcının karısı Şükran “günaydın,” dedi de, duymadan geçti yanından. Kafası babasıyla meşguldü. İlk bardağı bitirmek üzeredir şimdi. Ağız değil teneke maşallah. Biraz soğumasını beklese ekmek de yetişecek. Apartmanın ağır kapısını iki eliyle itti, merdivenleri ikişer atladı, bahçe kapısından çıkıp sola döndü koşturarak. Güneş şimdiden yükselmişti tepeye, gözünü kamaştırdı. Allah vere de bakkal Hüsrev bu saatte açmış olsa, kapıdaki dolaptan kaparım iki ekmek, para bozuk nasıl olsa, beklemem de üstünü, koşar yetiştiririm babama, diye hesap yaptı. Babasını daha çok bekletmeye de öfkelendirmeye de niyeti yoktu. Yoksa adam küçücük gövdesine tezat; azar, taşar, köpürürdü. Geçenlerde zili duymayınca kapıda dikildi, ikinci kez çalmak zorunda kaldı diye bütün apartmanı inletmemiş miydi? Yine yapardı. Kimseden çekinmezdi. Bakkalda yoksa iki sokak ötedeki fırına giderim, bu Hüsrev’de de her zaman her aradığım bulunmuyor, ne biçim bakkal bu canım, ama ekmek de vardır, o kadar da değil, yoksa on dakika daha kaybederim, diye geçirdi kafasından; hiçbir şeyden haberi olmayan Hüsrev’e hafiften sinirlenerek. Aklının bir köşesinde her zaman ikinci planı vardı; sürprizlere, aksiliklere hazırlıklı olmalıydı. Zaman akıyordu, o tutmalıydı. Köşeyi döndü. İşte Hüsrev kapıda oturuyordu. Nefes nefese yaklaştı. “Bana şurdan iki ekmek,” dedi.


2 yorum:

  1. "Zaman akıyordu, o tutmalıydı." Ah o tutulamayan zamanlar, kalp çarpıntısıyla yaşanan... Harika olmuş yine :)

    YanıtlaSil
  2. Nefes nefese okudum. Eline sağlık.

    YanıtlaSil