Kırk yaşlarında ya var ya yoktu adam. Kara tenli, iri elli, kocaman ayaklıydı. Yürüyen dev bir ağaca benziyordu. Emektarımız Bahattin amcanın hastalandığı o yaz, evin bahçe işlerinde çalışmak üzere anlaşmışlardı babamla. Adaya ne zaman ve nasıl geldi, bizi kimlerden duydu, nereden buldu bilmiyorum. Mardin’in köylerindendi, oraların sarı boz rengi bakışlarına işlemişti. Pek göz göze gelmezdi kimseyle de, baktığında uzun ve derin bakardı; bilemediğim anlamlarla doluydu gözleri. Başı hep öne eğik, dilinde anlamadığım kelimeler; günün en erken saatlerinde gelir, güneşin batmasıyla dönerdi. Bu iri ve hantal adam, görüntüsüyle tezat, bir sincap sessizliğinde yürür, usul usul hareket ederdi. Mecbur kalmadıkça konuşmazdı. Çocuklarla bile. Tüm gün toprağı beller, havalandırır; kurumuş otları temizler, bir köşede yakar; işi bitince, cebinde taşıdığı küçük çakısıyla dallarını dikenlerini temizlediği renk renk çiçekleri vazosuna koysun diye annem, sahanlıktaki masaya bırakırdı. Gittiğinde, çimenlerin taze serin kokusu kalırdı arkasında.
Önceleri pek yanaşmazdı bize. Babamın kahvaltı tekliflerini,
“yedim de geldim ağam,” diye kabul etmez; güneş en tepeye çıktığında, işe ara
verdiğinde, yanında getirdiği ekmeğe helvayı katık ederdi. Sonraları, biraz
bize alıştığından, biraz da mutfaktan gelen kokulara karşı koyamadığından olsa
gerek, öğlen yemeklerini bizimle, evin arka tarafında kurulan, çoluk çocuk
toplaştığımız büyük sofrada yemeye başladı. Annemin yaptığı birbirinden
lezzetli yemekleri masanın en ucuna çektiği tabağından büyük bir iştahla, adeta
yutarcasına yerdi. En çok güveçte pişenleri severdi; bol etli, patlıcanlı yemek
oldu mu yüzü sanki bir başka güler, çokça mahçup, ikinci tabağı isterdi. Yine herkesten önce o
bitirir, başı önde gözleri yerde kalkar, fazla oyalanmadan işinin başına
dönerdi. Bizim çatal bıçak şıngırtılarımıza onun bahçeden gelen kürek sesi
karışırdı.
En çok çocuklara sevdirmişti kendini. Konuşmadan anlaşırdı
onlarla. Garip bir etkisi vardı çocukların üzerinde. İşe ara verip de bir
sigara yaktığında onları izler, oyunlarını takip ederdi. Bir keresinde ısrarlarına
dayanamamış, o da oyuna katılmış, çocukların bahçede bir yerlere gömdüğü, içi
hayali paralarla dolu çömleği bulmak için, kazmayla kürekle davranmıştı. En çok
o eğlenmiş, çömleği de o bulmuştu.
Sonra bir gün gelmedi. Halbuki daha yaz bitmemişti. Önce hasta
oldu sandık. Merak ettik. Nereden, kimlere soracağımızı bilemedik. Ne adadaki evini
ne bir akrabasını, tanışını bildiğimizden, elimiz kolumuz bağlı, ondan bir
haber bekledik. Günler geçti, haber de gelmedi. Ne olduğunu, neden böyle
birdenbire kaybolduğunu hiç anlamadık. Kısa sürede sevip bağlandığımız,
varlığına alıştığımız kocaman adam, gelişi gibi sessiz ve kendi gibi esrarengiz,
adadan ve hayatımızdan kaydı, gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder