16 Temmuz, 2019

Düğme


İstanbul’un en eski semtlerinden birinde, balkonunun en ucundan denizin mavisinin ufacık görülebildiği evde, koridorun sonundaki penceresiz ve kolonya kokan odada, gözünü masasının üstündeki ekrana dikmiş, zayıf bedeni kamburlaşmış, tıkır tıkır yazıyor. Odada az eşya var. Yerde bir yatak, duvara dayalı bir masa, bir de üstünde bilgisayar. Eski model. Ama iş gören. Değiştirecek parası yok. Önce kazanması gerek. Bu yazıları yazarsa, yazdıkları beğenilirse, birileri basarsa, başka birileri okursa, kazanacak. Kazandıklarıyla yeni bir bilgisayar alacak, daha çok yazacak. Sonra belki daha da çok kazanacak. Kazandıklarıyla bütün odalarında pencere olan; sabahları doğan güneşi, geceleri sokak lambasından sızan ışığı görebileceği bir evi olacak. Bir de katı meyve sıkacağı alacak kendisine; en fiyakalısından ve pahalısından. Yıllardır istiyor. İstediği gibisini alınca her gün sebze, meyve sıkacak, iyi beslenecek, kuvvetlenecek. O böyle umuyor. O yüzden yazıyor, yazıyor.
Odada ondan başka bir de adını Düğme koyduğu, çok sevdiği, “kader ortağım” dediği, açık mavi saksısı içinde benjamin’i var. Sıradan bir bitki değil onun için. Yazmadığı zamanlarda konuşuyor, dertleşiyor onunla. Her şeyini anlatıyor Düğme’ye. Başkalarının kendisine sır diye anlattıklarını da. Çünkü biliyor ki ona anlatmazsa o da başkalarına anlatacak. Anlatmasa bile yazacak. İçinden çıkması gerek sırların; huyunu biliyor, yoksa duydukları gizli kalmayacak. Düğme şikayet etmiyor durumdan. Işığı ve havası az odada, üstelik sürekli yazan ve konuşan, anlatan birine bana mısın demeden gün be gün büyüyor, yaprağa bürünüyor. İşte bu yüzden Düğme’yi daha da çok seviyor.
Çalışırken radyoyu açıyor. Ufacık bir el radyosu, nereden aldığını unuttuğu. Kendi gibi aykırı bir kanalda çok da aykırı olmayan güzel müzikler dinliyor. En çok caz seviyor. Yumuşak; inişi çıkışı fazla olmayan, melodik parçaları. Bildikleri çıktığında kendi de eşlik ediyor, hafif hafif mırıldanıyor; neşeleniyor. Hele bir de saksafon soloya denk gelirse iyice keyifleniyor. Sakin olabildiği, evdekilere bağırıp çağırmadığı, sadece önündeki yazıya, kulağındaki müziğe teslim olduğu, hiç kimseye takmadığı zamanlar bunlar. Kendi olduğu, bir şey ispatlamak zorunda kalmadığı, öfkesini bastırabildiği zamanlar. O da farkında. Bu yüzden odasından çıkmadan, kimseye bulaşmadan; sadece yazıları, müziği, bir de tabii Düğme’siyle zaman geçiriyor.
Bugün kırk dört yaşında. Doğum günlerini kutlamayı bırakalı çok oldu. Hem zaten kimin umurunda ki? “Tam ortasındayım yolun...” diye geçiriyor içinden. Tıpkı o eski şarkıdaki gibi. “Ortasındayım yolun, koşunun...” 
Uzun yaşayacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder